‘Aksa Tufanı’, en az 75 yıldır süren Siyonist işgal, sürgün ve katliam sonrasında, sıkı bir tecrit ve bombardıman altında adeta ölüm kampına sıkıştırılmış Gazze’nin, hayata, özgürlüğe ve kendi topraklarına canhıraş hamlesidir.
7 Ekimde başlayan bu sızma hareketi, Filistinlilerin Siyonistlerle çatışmasını, Kudüs’ün özgürleşmesini bir kez daha en dramatik, en feci gelişmelerle gündeme getirdi.
Keşke akan bunca kanı, gözyaşını nasıl durduracağımızı, barışı, adaleti nasıl tesis edeceğimizi değil de, birlikte huzur ve anlayış içinde daha iyi nasıl yaşanacağının yollarını konuşuyor olsaydık. Bugün uzak bir hayal gibi gözüken bu temenni esasen tarihi bir hakikat olarak yüzyıllarca yaşandı. Kudüs’ün şehir olarak ismi ‘Daru’s Selâm’ yani ‘barış yeri’, ‘barış şehri’ idi. Üç ilahî din için de kutsal bir mekân olan Kudüs, özellikle Müslümanların yönetiminde, adeta kaynaşan bütün farklılıkların birbirini zenginleştirdiği medeniyet merkezi olmuştur. Ayrıca yücelişin, Miraç’ın, barışın, özgürlüğün, hürmetin simgesi olan Kudüs, Müslümanların izzeti, harimi, onurudur. Kudüs’ün esareti, özgürlüğün, barışın, inancın, insanlığın esaretidir. Kudüs özgür olamazsa dünya özgür olamaz. Kudüs rahat olmazsa dünya rahat olamaz. Çünkü Kudüs dünyanın kutsalıdır, kalbidir, ruhudur.
Ne var ki, bu barış yurdu, Osmanlı’nın çekilmesinden sonra, İngilizlerin Siyonist işgale alan ve imkân kazandırmak için uygulanan sinsi politikaların kurbanı olmuştur. Kanlı, kasıtlı, sistemli dayatmalar, emrivakiler, oyunlar, yaptırımlar, hileler sonrasında Filistinliler evlerinden, yurtlarından edilmiş, o mübarek topraklar Siyonistlere peşkeş çekilmiştir. 1948’den sonra bütün siyasi erk ve örgütü İngiliz mandasından devralan Siyonistler, evvela kendilerine bu imkân ve ortamı sağlayan kimi İngilizleri de öldürerek işe başlamışlardır. Buna rağmen her zaman değişmez politikaları olarak İngilizlerden ve Amerika’dan kayıtsız koşulsuz destek gören İsrail, %5’lik varlığını genişleterek % 95’lere çıkarmıştır. Kuruluşundan bu yana 75 yıldır, bize göre en az 100 yıldır Filistinlilere zulmetmektedir. Mazlum Filistin halkı kendi evinde, kendi toprağında açık bir işgal, yağma, taciz ve tecavüze maruz kalmaktadır. Yüz yıldır kesintisiz süren zulüm devam etmektedir. Zalimler cesaretlerini BM ve ABD başta olmak üzere, egemen güç ve kurumlardan, onların sessizliğinden, göz yummasından, koşulsuz desteğinden almaktadır. Siyonist İsrail, İngilizlerin ve ABD’nin kayıtsız koşulsuz destek ve himayeleriyle kesintisiz yüz yıldır, işgali, terörü, soykırımı, hak ihlallerini, öldürmeyi, yakıp yıkmayı, evrensel değerleri hiçe saymayı, dünyaya meydan okumayı, BM’nin hiçbir kararına uymamayı alışkanlık haline getirmiştir.
Bu kanun tanımaz, laftan sözden, diplomasiden, insanlıktan anlamaz yapı, bir devlet değil vahşi bir örgüttür. İsrail devlet gibi değil, tam bir terör örgütü gibi davranmaktadır. Bir devlet böyle yapmaz. Bir devlet bu haksızlığa müsamaha göstermez.
Sonuç itibariyle bütün açık haksızlıklarına rağmen İsrail’in yaptığı her zulmü destekleyen, Filistinlileri peşinen suçlu ve haksız gören anlayış, karşılıklı öfkelerin, nefretlerin, infiallerin ve çatışmaların büyümesine, aklın, izanın, merhametin, ölçünün yok olmasına yol açmıştır, açmaktadır. Giderek insani değerlere bütünüyle yabancılaşan sözde medeni dünyada, haksızlık hukuka, zulüm adalete, işgal normale, ölüm ve öldürme basit bir hadiseye dönüşmektedir. İnsanlık çıldırmış gibidir. İşgal, yağma, talan, tecavüz, haksızlık eşi görülmedik tarzda himaye görmektedir. Bu durum insanlığın, vicdanın, hakikatin, medeniyetin iflası demektir.
Yüz yıldır Filistin’de, en az 20 yıldır Gazze’de insanlık da medeniyet de iflas etmiştir. Bugün elektrik ve sudan mahrum bırakılan, yakıt, ilaç ve gıda girişleri engellenen Gazze’de, insanlar göz göre göre sürekli bombalanmaktadır. Bütün dünyanın gözü önünde açık, vahşi bir soykırım uygulanmaktadır. Tahrip ve öldürme gücü yüksek bombalarla binalar sokaklar yandı, yıkıldı; BM’nin insani yardım merkezi bile vuruldu. Suçlarının ne olduğunu bilmeyen veya kendi vatanlarında, evlerinde yaşama talebi ve ısrarlarından başka suçları olmayan insanlar, kadınlar, çocuklar vahşice öldürüldü. Ölülerini saracakları kefenden, gömecekleri mezardan bile yoksun durumdalar. Eli kolu bağlı, aç, susuz, savunmasız insanlar, bebekler, çocuklar karşısında, ağır silahları, bombaları ile ne çok cesur, ne çok güçlü, ne çok kahramanlar.
İsrail’i maşa olarak kullanan ve İsrail’in sırtını dayadığı küresel ölüm çetesi işbaşındadır. Adeta ölüm kampında çaresiz, çözümsüz, çıkışsız bırakılan bu milyonlarca insanın, dünyanın gözü önünde hunharca, vahşice öldürülmeleri esnasında hiçbir kuralın bağlayıcı, sınırlayıcı olmayacağı ilan edilmiştir. Bilmeyen de Siyonist örgüt ve askerlerin, şimdiye kadar bir kurala bağlı hareket ettiklerini sanır. Onun için mi hemen her Ramazanda, bayramlarda Mescid-i Aksa’ya baskınlar düzenleyip sayısız katliamlar yaptılar, yapıyorlar? Onun için mi başta Birleşmiş Milletlerin ‘1967 sınırlarının belirleyici olduğu iki devletli çözüm’ü olmak üzere, hiçbir kararını tanımadılar, tanımıyorlar. Hal böyle iken her zaman İsrail korundu, Filistinliler suçlandı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yazışmalarında diplomatlara “gerginliği azaltma/ateşkes,” “şiddete/kan dökülmesine son” ve “sükûnetin sağlanması” gibi kelimeleri kullanmamaları emri vermesi, tam bir skandal olmuştur. Bu ifadeler, İsrail’i durdurmak yerine Gazze’deki katliamları teşvik etmektedir. Bunun yanında Doğu Akdeniz’e uçak gemileri göndermekle, ABD ve güdümündeki güçlerin barışa hizmet etmek gibi ne bir amaçlarının, ne de niyetlerinin olmadığı bir kez daha anlaşılmıştır. Türkiye’nin de içinde olduğu geniş bölgede, kendi ekseninde var olmaya çalışan ülkelere gözdağı verilmek istenmektedir. Bölgede gerilimin arttığı, tansiyonun yükseldiği, krizin tırmandığı bir aşamada Amerika’nın Doğu Akdeniz’e dünyanın en büyük uçak gemilerini göndermesi, yangına körükle gitmekten farksızdır. Bu durum bir büyük devlete, büyük olduğunu iddia eden bir ülkeye yakışmaz, yakışmamıştır. Bu tavır, gerekirse dünyayı ateşe vermekten, kan gölüne çevirmekten yarar elde etmeyi düşünecek kadar insanlık değerlerinden, akıldan, vicdandan yoksun bir karakter ve zihniyetin sonucudur. Bu zihniyet dünyaya kandan, ateşten, gözyaşından, acıdan, ıstıraptan başka bir şey vermedi, vermez, veremiyor. Güven ve itibarlarını yok eden bu tavırlarla gittikleri her yere ölüm, yıkım ve kıyımdan başka bir şey götürmediler. Vietnam’dan, Afganistan’a, Irak’tan Suriye’ye sözüm ona barışı, medeniyeti ve demokrasiyi tesis etmek için gittikleri her yerde, terörle işbirliği yaparak insanlığı katlettiler. Bu katliamların, istikrarsızlaştırmaların esas amaçlarından biri de israil’i çevreleyen topraklarda düzeni bozmak, böylece bozgunculuğa imkân hazırlamaktır. Şu anda bölgemizde dünyayı ateşe verecek bir bozgunculuğa ilk hareket verilmek istenmektedir veya öfkeyle büyütülen hadiseler böyle vahim gelişmelere gebedir.
Hayır bu böyle gidemez. Sürekli korkuyla, sürekli diken üstünde yaşan(a)maz. Ötekinin varlığını yok etmeye dayalı siyaset ve hayat anlayışı, sadece bölgeyi değil, bütün dünyayı ve insanlığı tehdit etmektedir. Bütün enerjimiz her defasında patlak veren krizlere, çatışmaya ayarlanmış düzenin ıslahına harcanmaktadır. Bütün çalışmalara rağmen, kimi odaklar bu sıkıntının çözülmesinden değil, çözümsüz kalmasından yarar ummaktadır. Belli güç odakları, hususen ABD ve Batı, Ortadoğu coğrafyasını bu meseleyle yormakta, bunaltmaktadır. Bu sorunun çözümsüz kalması, hatta ağırlaşarak sürüp gitmesi onların egemenlikleri için bir araca, aparata dönüşmüştür. Öfkeyi, kini, husumeti, nefreti köpürtüp körükleyenler barışı istemeyenlerdir. Onların medeniyet ve insanlık adına hemen hiçbir samimi ilke ve ahlaklarının olmadığı anlaşılmıştır.
Ne yapılmalıdır? Evvelâ Gazze’ye acil hayati ihtiyaçlar ulaştırılmalı, sonra diplomasi etkin kılınmalıdır. Biz bağlı olduğumuz dinin de anlamına uygun olarak evvela savaştan değil, barıştan yanayız. Her ne yaparsa yapsın İsrail’i haklı, her neye maruz kalırsa kalsın Filistin’i haksız gören bir anlayış mutlaka terk edilmelidir. Ayrıca bu iş, kimi siyasi amaçların tahakkuku için kuru, çoğu zaman içi boş sloganlarla çözülecek bir mesele değildir. Hiç kimsenin kendi çıkarı için ümmeti ve insanlığı tarifsiz sıkıntılara itmeye, o sıkıntılar üzerinden yarar devşirmeye hakkı yoktur, olmamalıdır. Mesele, tarihi, kültürel, sosyal, siyasal realitelere uygun olarak, müzakere yolunu etkin kullanan diplomasiyle, diplomasi kanallarının etkin kullanılmasıyla, yani konuşup anlaşarak çözülmelidir. BM karar ve kabullerine de uygun bir çözümle 1967 sınırları esas alınarak Filistin’in bağımsızlığını tanıyan iki devletli çözüm, kabul edilemez değildir.
Ayrıca Türkiye ve İslâm ülkeleri, İsrail’in keyfi zulümlerine asla müsamaha göstermeksizin, ciddi, kararlı bir birlik ve duruş sergilemelidir.
Kudüs’ün tekrar gerçek anlamıyla barış yurdu, Filistin’in özgür olması dua ve gayretiyle selam olsun.
UNUTMADIK,UNUTMAYACAĞIZ!
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ